Bir doğum günü daha ne kadar güzel geçebilirdi.
Hayatımın en güzel sürprizlerinden, güzelliklerinden biriydi. 31 Mart doğum günüm sabahı yola çıktık. İstanbul’da hava sert ve kasvetliydi, bunu düşünerek baya kalın giyindik. Her zaman ki sırt çantalarımızla uçağın yolunu tuttuk. Uçakta her şey normal seyrinde devam ederken birden hiçbir zaman unutamayacağım bir anıya sahip oldum. Pilot anons etmeye başladı, şuan da şu kadar yükseklikte, şu ülkenin üzerinde yolumuza devam etmekteyiz, Budapeşte’de hava şu kadar derece dedi. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından tekrar konuşmaya başladı. Barış eline Gopro’yu aldı, ben hiçbir şey anlamamıştım. Pilot dedi ki ‘’yolcularımız arasından Ertan Bey’in eşi Tutku Hanım’ın doğum gününü kutlarız.’’ Ve alkışlar..
Sevinmiştim çok sevinmiştim böyle bir inceliği düşündüğü için çok mutlu olmuştum evet çokta güldüm, pilot isimleri yanlış anladığı için ama bence hiçbir önemi yok yapılmaya çalışılan şey çok daha önemli, Barış’ın düşünceleri çok daha değerli. Hem bence böylesi daha güzel, daha komik bir anı oldu bizim için = )
Vee uçaktan inince sıcak hava yüzümüze çarpar. Anlamamıştık nasıl bu kadar sıcaktı, gerçekten sıcak bir hava vardı. Hava durumuna bakmamıza rağmen normalin dışındaydı. Sanırım bir kere bile montlarımızı giymedik. Arabayla şehre ulaştıktan sonra ilk işimiz kalacağımız yeri bulmak oldu, hiç karışık bir yer olmadığından zor olmadı. Çantaları bırakıp hemen sokağa geri attık kendimizi. Çünkü iki günümüz ve gezilecek, görülecek, tadılacak bir şehir bizi bekliyordu. Heyecanlıydık, bir kere hava muhteşemdi ve biz gerçekten güzel bir yerdeydik. Budapeşte Tuna Nehri üzerinde, iki yakayı birleştiren köprülere sahip bir şehir. Buda ve Peşte olmak üzere iki yakaya ayrılıyor. Buda tarafı daha tarihi bir yerken Peşte daha çok şehir hayatının bulunduğu yer. Bizim konaklayacağımız yerde Peşte tarafındaydı. Terör müzesine de oldukça yakın ve merkezi bir konumdaydı. Geze geze nehre doğru yola koyulduk.
İlk gün Buda yakasını gezmeye karar verdik. Şehirdeki binalar o kadar etkileyici ki yürürken onlara bakmaktan kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Deli gibi aç olmamızdan dolayı ilk gördüğümüz yere girdik ve hamburger söyledik, sanırım hayatımızda yediğimiz en büyük hamburgerdi, ısırmanızın imkanı yoktu, oturduğumuz masanın yanında kocaman delikler bulunuyordu ve baya bir peçete. Bunun sebebini yemeğe başladıktan sonra anladık. O kadar çok akıyordu ki yediğiniz şey her an peçete harcıyorsunuz ve kolayca atmak için o delikleri yapmışlar = ) Üç gün yemesek acıkmayız diyerek kalktığımız yerden Elisabeth Köprüsü’ne geldik ve Buda tarafında ilk ulaşacağımız yer Gellert tepesi oldu. Yeşilliklerin ve bol oksijenin içinden tepeye doğru çok kısa olmasa da keyifli yürüyebileceğiniz bir yol. Ama bizde yol yorgunluğu olduğundan sanırım biraz nefes nefese bıraktı (en azından beni = )) El ele yukarı çıktıkça (daha çok Barış beni sürüklüyordu = ))dönüp sürekli arkamıza bakıyorduk. Çünkü manzara her dönüşümüzde biraz daha netleşiyordu, ayakkabı ayağımı vuruyordu, ben yorulmuştum ama o an orada olmaktan başka hiçbir şey bu kadar keyifli olamazdı. Tuna nehrinin üzerinde ki köprüler artık daha net gözüküyordu ve biz tepeye ulaştık. Şehir panaromik görüntüsüyle karşımızdaydı. Harikaydı, gerçekten etkileyici bir manzara vardı. Biran önce oturup dinlenirken bir yandan da manzaranın keyfini çıkarmak istiyordum. Hemen hemen yarım saatimizi manzaranın karşısında geçirdikten sonra tekrar başka bir yoldan nehrin kıyısına doğru inmeye başladık.
Nehir boyunca yürüdük sakin ve sessiz bir yol, oldukça da huzurluydu. Sıra Buda Kale Tepesine geldi. Oraya çıkmak için tercih ettiğimiz yol fünikiler oldu. Binmek için sırada beklerken yanımızda macar düğün keki olarak bilinen ünlü tatlıların kokusunu almaya başladık. Çok canımız çekti çünkü enfes kokuyordu, aşağı iner inmez ilk işimiz onu bulmak oldu. Neyse konumuza dönelim keke daha sonra tekrar değineceğim. Fünikiler sayesinde yukarı doğru yol aldık yine manzara tüm ihtişamıyla yavaş yavaş yükseliyordu. Tepeye vardığımızda büyük bir alana ulaştık, kale tepesi aynı zamanda kraliyet sarayı olarak da bilinen bir yer. Aslında yine başka bir açıdan, nehre manzarası olan açık bir alan. Bir yandan sokakta müzik çalanlar, dans edenler bir yandan güzel bir manzara ve güneşli hava eşliğinde, iyi ki buradayız dedirten anlara sahip olmaya devam ediyorduk. Kalenin arkasından dolaştığınızda Matthias Kilisesi sizi karşılıyor. 700 yıldan uzun süredir ayakta kalmış olan bu kilise dışarıdan oldukça renkli ve detaylı bir işçiliğe sahip. Burada komik bir anımız oldu. Şöyle ki, kalabalık bir insan topluluğu vardı herkes kilisenin etrafında gölgelik bir alanda sakince otururken birden kilisenin çanları çalmaya başladı ve sanırım japon olduklarını düşündüğümüz yaklaşık 20 kişilik bir grup aniden ayağa fırlayıp telefonlarını, makinelerini ellerine alıp kiliseyi çekmeye başladılar. Herkes başta bir irkildi ama durumu anlayınca herkes gülmeye başladı. Sanırım fotoğraf ve seyahat aşklarını tüm dünya biliyor = )
Peşte tarafına geçmek için kullanacağımız köprü meşhur Zincir Köprü oldu. Meşhur çünkü hem çok güzel hem de bir hikayesi var;
Öyle ki, yapıldığı dönemin ilk asma köprü olma özelliğini taşıyan Zincir Köprüsü için Clark iddialı bir söylemde bulunmuş. Köprünün kusursuz olduğunu söyleyen ünlü mühendis, köprüde herhangi bir hatanın bulunması halinde kendini bu köprüden Tuna Nehri’ne atacağını söylemiş. Açılış günü geldiğinde ise kalabalık bir grup Zincir Köprüsü üzerinde gezmeye çıkmış. Herkes, Clark’ın yaptığı bu köprüye adeta hayran kalmış. Ancak gezi esnasında bir küçük kız çocuğu yüksek sesle ağlamaya başlamış. Çocuğa neden ağladığını soran kalabalık ise çocuktan ilginç bir cevap almış. Çocuk köprüde yer alan aslan figürlerinin dillerinin olmadığını söylemiş. Bunun üzerine kalabalık grup Heykeltıraş Janos Marschalko’nun eseri olan aslanlara dikkat kesilmiş ve çocuğun dediği gibi aslanların dillerinin olmadıklarını görmüş. Bu durumu fark eden Clark ise büyük bir üzüntü yaşamış. Clark’ın ne yapacağı merakla beklenirken, ünlü mühendis köprüden kendini Tuna Nehri’nin serin sularına bırakmış. Köprünün yüksekliği öyle çok uzun olmadığı için sıcak havada bir serinleyip sudan çıkmış. Bu hikaye de böylelikle tarihe geçmiş.
Yürümeye açık olduğu için çoğunlukla herkes bolca vakit geçiriyor köprüde, durup izleyenler, fotoğraf çekenler bir dünya insan anın tadını çıkarıyor.
Artık yiyecek bir şeyler bulma zamanı gelmişti ve meşhur gulaşlarını tatmaya karar verdik. Lezzeti bence gerçekten çok iyiydi, İstanbul’da yediğimiz gulaşlara nispeten benziyordu bol salçalı ve biberliydi. Ancak bitiremedim çünkü abartmıyorum baş parmağım büyüklüğünde kocaman bir böcek gulaşıma düştü = ) Macar düğün kekine gelirsek hemen yemeğin ardından denedik ama bizce açıkçası biraz hayal kırıklığı oldu, biraz sade ve yavan bir kek gibiydi belki doğru yerinde yemedik bilemiyorum sanırım bazı yiyecekler kokusu kadar güzel olmuyor = )
Şehirde eğlenceli bir tur yapmak isterseniz şöyle bir seçenek var. Kocaman bir masası olan çok tekerlekli bir bisiklet düşünün masanın etrafına oturuyorsunuz ve ayağınızda pedallar var bir yandan sohbet ediyorsunuz bir yandan pedal çeviriyorsunuz, içkinizi içiyorsunuz ve tabi sohbet ediyorsunuz ama pedal çevirmeyi bırakmak yok, yoksa durursunuz = ) Eğlenceli olabilir, biz denemedik ama keyifli gözüküyordu.
Hava kararmaya yakındı biz de oldukça yorgunduk, dönüş yoluna geçerken Parlamento binasının hemen önünde, nehrin kıyısında bulunan Tuna Ayakkabıları Anıtı olarak bilinen o üzücü, yürek burkan ayakkabıların önünde durduk ve bir süre izledik. Ardından parlamento binasının önünden geçerek eve koyulduk güneş tam olarak batmak üzereydi, muhteşem bir ışık oyunu vardı gökyüzünde biz bu kareleri yakalamaya çalışırken güneş tam anlamıyla battı.
- Aşağıda ki videoya gözatmayı unutmayın ↓↓↓ ^^
Vee ertesi gün sıra geldi Budapeşte’nin en keyifli anlarını yaşamaya. ‘’ Széchenyi Termal Hamamı’’
Açık ya da kapalı alan, kaynayan sular, sauna, masaj. Kocaman bir alan, dilediğiniz gibi keyif yapabileceğiniz muhteşem bir yer. Avrupa’nın en büyük termal havuz kompleksi olarak geçen bu kaplıca hem estetik açıdan güzel bir mimariye sahip hem de keyif yapabileceğiniz onlarca seçenek mevcut. Bu arada yürüyerek rahatça ulaşabileceğiniz bir yer ve yol üzerinde de Kahramanlar Meydanı’nın içinden geçme şansına sahipsiniz burası büyük ve güzel bir meydan. Macarlar, tarihlerinde ki önemli liderlerin heykellerini yapmışlar, açıklamalarıyla beraber bilgi edinebilirsiniz ve Budapeşte yazısının önünde fotoğraf çekilmeyi de tabi ki ihmal etmeyin = ) Gelelim termallere, biz kapalı alanda ki havuzları tercih etmedik çünkü hava güzeldi ve içeride ki havuzlar sanırım kükürt dolayısıyla kokuyordu, bize ağır geldi. İçerisi gerçekten büyük bir yer, biz kaybolduk dışarıda ki havuza ulaşmak için baya bir çabaladık, her kapı başka bir havuza açılıyor, en sonunda dışarıya ulaştığımızda ayrı bir dünyaya geldiğimizi fark ettik. Çok kalabalıktı, çok büyüktü ama aşırı eğlenceli gözüküyordu. Zor olsa da boş bir yer bulduk ve kendimizi suya attık. Sanırım orada ki keyfimizi anlatmak için kelimeler yetersiz kalacak = ) Başta çok sıcak geldi su, suyun derecesi 36 gösteriyordu ama girdikten sonra alışıyorsunuz = ) Kaç saat geçirdik orada hatırlamıyorum günün büyük bir kısmında oradaydık. Birbirimize sarılıp adeta bir tembel hayvan yavaşlığında o kocaman havuzu onlarca kez turladık, herkesin gözleri sıcaktan, mayışmaktan yarı kapalıydı tam bir terapi oldu. Sıcak bazen gerçekten bir süre sonra çok bunaltıyor bunun içinde bir çeşme yapmışlar, buz gibi su akıyor ama altında durabilene aşk olsun = ) Biraz da etrafı turlayalım dedik hava sıcak olmasına rağmen dışarıda yürürken titrediğimi hatırlıyorum, bulduğumuz ilk havuza girdik ve bir girdabın içinde kendimizi bulduk. Su büyük bir kuvvetle çember şeklinde dönüyordu ve içine giren bir daha çıkamıyordu, herkes istem dışı hızla dönüyordu, bizde bıraktık kendimizi sadece gruptan kopmamak için sıkı sıkı tutunduk birbirimize ama kesinlikle çok eğlenceliydi. Ona buna çarpa çarpa akıntıyla beraber sürüklenip gidiyorsunuz. Havuzdan çıkmaya çalışıyorsunuz ama çok zor, çıkınca da tekrar girmek istiyorsunuz. Eğer giderseniz bu havuza mutlaka girmenizi şiddetle tavsiye ediyorum = ) Bütün günümüzü burada geçirdikten sonra dışarı çıktığımızda üzerimizde öyle bir hafiflik vardı ki kendimizi Vajdahunyad Kalesi’nin bahçesine attık. Biz zaten sıcaktan, sudan yumuşamış bir haldeydik, bıraksalar çimenlerde uyurduk, güzel bir müzik sesini takip ederek yürüdük, dondurmalarımızı aldık, kamp kuranları izledik ve yavaşça yürüyerek şehre geri döndük.
Hava kararınca yemek yemek ve biraz daha gezmek için tekrar dışarı çıktık. Budapeşte’nin gözü olarak bilinen meşhur Sziget Eye isimli dönme dolapları için sıraya girdik. Daha önce hiç bu kadar büyüğünü görmemiştik, uzun bir bekleyişin ardından sıra bize geldi. Yükseldikçe yükseliyordu bir yandan da her durduğunda sallanıyordu, en tepeye ulaştığımızda manzara müthişti. Bütün Budapeşte’yi görme şansına sahip oluyorsunuz, gece şehir ışıklandırmasıyla bir harika özellikle de köprülerindeki ışıklarıyla. Sevdiğiniz kişiyle beraber tüm bu güzel anıları paylaşmaksa paha biçilemez bir değer. Gecenin ilerleyen saatlerinde tüm yorgunluğumuza rağmen köprünün ışıklandırılmış halini yakından görmek için tekrar nehre yürüdük ama değdi. Tekrar geri dönerken yolda içmek için yanımıza aldığımız şarabı çıkardık, Aziz Stefan Bazilikası’nın önüne geldiğimizde ise herkesin sokakta elinde şarap kadehi ile sohbet ederken bulduk. Kimi merdivenlere oturmuş kimi ayakta kimi cafe de ama enteresan bir şekilde herkesin elinde kadeh vardı. Bizde merdivenlerde kendimize bir yer bulduk ve şarabımızı içmeye başladık. O kadar keyifli bir ortam vardı ki herkes çok mutluydu, huzurluydu. Diledikleri gibi sokakta oturup, içip, sohbet edebiliyorlardı. Her ne kadar ayakta durmaya çalışsak da gözümüzden uyku akıyordu, aşırı yorulmuştuk, şişeyi bıraktık ve son gecemize veda edip uykunun yolunu tuttuk, ertesi sabahta İstanbul’a döndük maalesef çünkü beni bıraksalar haftalarımı geçirebilirim orada. O kadar sevdik.
Kuşkusuz geçirdiğim en keyifli doğum günümdü. Her anı, her dakikası unutamayacağım güzelliklerle doluydu. Bir kere saat farkından dolayı doğum günümü 25 saat yaşadım ötesi olabilir mi = ) Şaka bir yana Barış’a yeniden teşekkür etmek istiyorum, bu özel günü benimle paylaşmak istediği ve planladığı için, en anlamlı anlarda eşlik ettiği için, kendimi değerli hissetmemi sağladığı için teşekkür ederim sevgilim = )
Gezdikçe, gördükçe ve her anı paylaştıkça güzelleşiyor dünyaaa = )
1 yorum
karlar ülkesi · 29 Ocak 2021 16:53 tarihinde
Perfect piece of work you have done, this website is really cool with superb information. Roby Filberto Lumbard